SAKALLAR
ZEKERİYA TÂMİR
Türkçesi: Halim Öznurhan
Kuşlar
göğümüzden kaçtılar. Çocuklar sokaklarda oyun oynamayı bıraktılar. Kafeslere
hapsedilmiş kanaryaların şakıyışı sessiz, titrek bir hırıltıya dönüştü.
Dezenfekte edilmiş pamuk eczanelerde saklanmaya başladı. Sayın beyler, işte
Timurlenk’in askerleri şehrimizi kuşattı! Ama, güneş hiç korkmadı ve her sabah
doğmayı sürdürdü.
Bizlerin,
şehrin erkeklerinin yüzü sararmadı. Sadece soğukkanlı bir şekilde gülümsedik ve
bizleri sakallı erkekler olarak yaratıp, sakalsız kadınlar olarak yaratmadığı
için Allah’a şükrettik. Sonra da, çözüm yolu bulmak için bir istişâre
toplantısı yaptık. İlk konuşan, kadın elbisesi satımıyla meşgul olan aceleci
bir delikanlıydı. Cesaretle bağırdı:
- Savaşalım!
Birden,
kendini küçümseyerek bakan gözlerin karşısında buldu. Sesini kesti ve
utancından yüzü kızarmak zorunda kaldı. O an, şehrimizin en uzun sakalına sahip
kişisi ayağa kalktı ve ağırbaşlı bir ifadeyle konuştu:
- Savaşa var olmayanlar gereksinim
duyar. Allah’a şükür ki bizler sakallıyız, öyleyse varız!
Hemen
beğeni dolu, destekleyen sesler yükseldi. Kısa süren bir tartışmadan sonra,
Timurlenk ile anlaşma yapacak bir heyet oluşturulmasına ve yürüdüğü zaman
sakalları dizine değen yaşlı bir adamın heyete başkanlık etmesine karar
verildi.
Şehrimizin
sekiz kapısı vardır. Heyet, önlerinde beyaz bir bayrakla bunlardan birisinden
dışarı çıktı ve iç elbiselerindeki bitleri incelemeye kendilerini kaptırmış,
kılıçlarını üzerilerindeki kan ve çamurun kuruması için güneşe bırakmış,
sayıları yıldızlar ve çekirgelerden çok olan askerlerin arasından ilerledi.
Heyet,
ağır ve vakur adımlarla Timurlenk’in çadırına girdi. Bir de ne görsünler,
Timurlenk, bebek gibi bakışları, yaşlı bir kimse gibi gülümsemesi olan çok genç
birisi!
Heyet
başkanı:
- Biz barış istiyoruz. Şehrimizi
savaşmadan sana teslim ediyoruz. Yalnız şehrimiz küçük ve yoksuldur; ne altını
ne de petrolü vardır. Kadınlarımız ise keçi gibidir. Onlardan kurtulmak bizi
mutlu eder.
Timurlenk:
- Ben kan dökmekten hoşlanmam. Altında
da, güzel kadınlarda da gözüm yok. Yalnız, sakal bırakmaya aşırı düşkünlüğünüz
nedeniyle şehrinizdeki berberlerin aç kaldığını öğrendim. Bu, benim özellikle
nefret ettiğim bir zulümdür. Ben yaşamımı mazlumlara yardıma ve dünyanın her
tarafına adaleti yaymaya adadım. Hiçbir insanın aç kalmaması gerekir.
Heyet
üyelerini dehşet kapladı ve şaşkın şaşkın birbirlerine baktılar.
Timurlenk:
- Siz sakallarınızı tıraş etmeden ve
berberlerin işi açılmadan ordum şehrinizi terk etmeyecek.
Heyet
Başkanı:
- İstediğin şey çok önemli. Son
kararımızı vermeden önce şehre dönmemiz gerek.
Timurlenk:
- Ya sakallarınızı kesersiniz, ya da yok
olursunuz. Seçiminizi yapın.
Heyet
üyelerini sessizlik ve korku kapladı. O an, yaşam onlara daha güzel
görünüyordu. Gökyüzü daha maviydi ve kırmızı bir gül, acı çeken bir aşığın
söylediği şarkıdan daha güzel geliyordu. Çocukların ilk feryatları, kanlarında
yeşil çimenler bitiriyordu. Kadınların titreyen dudakları, geceleri bıçakla kesen
bir ay idi. Ama çok geçmeden, heyet üyeleri kendilerini ayna önünde durmuş,
tıraşlı, sakalsız yüzlerine bakarken hayal ettiler. İçlerini nefret ve öfke
kapladı. O an ölüm, altından bir güneş altında parlayan kırmızı balığa dönüştü.
Heyet
Başkanı, şehrin bütün erkeklerinin saygıyla kendisine kulak vereceklerini
hissederek konuştu. Soğuk bir sesle:
- Yarın şehrimiz geleceğini seçecek,
dedi.
Heyet şehrimize döndü. Kulaklarımızda Timurlenk’in sözleri
yankılanıyordu. İçimizden biri haykırdı:
- Yaşamımızı kazanıp, sakallarımızı
kaybetmemizin ne anlamı var?!
Ertesi gün, Timurlenk’in askerleri şehrimize saldırdı.
Surları yıktılar, kapıları kırdılar ve bütün erkekleri kestiler.
Böylece,
Timurlenk, erkek başlarından oluşan bir tepeye intikam almışçasına bakma
fırsatı buldu. Yüzler sararmış, kana bulanmıştı; ama sakallarıyla övünerek
gülümsüyorlardı. Söylendiğine göre, Timurlenk berberlere sakalları kesmesini
emrettiği ana kadar suratlar asılmamış, yüzlerdeki mutluluk ve ışıltı yok
olmamıştı.
Sayın beyler, işte bu şekilde, intikamımız
alınmaksızın yenildik ve hiçbir kanın silemeyeceği bir utanç içerisinde
boğulduk.
(Doğu Edebiyatı, I, 51, İstanbul, 2007)
(Doğu Edebiyatı, I, 51, İstanbul, 2007)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder